UYARI

UYARI
Türk Ceza Kanununun 226. maddesi uyarınca 18 yaşından küçüklerin bu siteyi gezmeleri Yasaktır. 18 yaşından küçük iseniz derhal siteyi terkedin 18 yaşından küçük olan kişilerin bu siteye girmesini önlemek için, internet ortamında veya bilgisayar satış mağazalarında satışı gerçekleşen “AİLE KORUMA PROGRAMI” satın alabilir ve bilgisayarınıza bu programı kurarak, sitemize girişi engelleyebilirsiniz.

Üremenin ve Bereketin Sembolü Meme


Üremenin ve Bereketin Sembolü Meme


 Her ne kadar erkekler meme uçlarına sahip olsa da, bu organ kadın vücudunun bir simgesi halini aldı. Bazı toplumlarda gurur kaynağı iken, bazılarında utanma duygusu yaratan, kapatmak için uğraşılan memenin tarihteki yeri neydi? İşte bu sorunun yanıtını, tarihin tozlu, bir o kadar da merak edilen raflarını araştırarak verdik: Memenin tarihsel sürecinde, kültürler ve bu kültürlerde memenin ne ifade ettiğini araştırmaya çalıştık. Çok uzağa gitmeye gerek yok; medeniyetlerin doğup battığı topraklar olan Anadolu bize bunun izlerini ve yüklenilen değeri o kadar anlamlı sunuyor ki, insanın bu topraklara hayranlığı bir kat daha artıyor.
Kibele
İnsanlar onu, "Kawa, Kuwa, Awa, Ata, Ama, Aya, Kubala, Kibele Moo, Rama, Maya, Manitu, Dawa, Deus, Zeus, Ara, Ra, Kangrı, Tengri" ve daha birçok adla çağırmıştır. Ana Tanrıça Kibele kimdir? Nereden gelip nereye gitmiştir? Bunun yanıtını vermek ancak çok yönlü bir bakış açısıyla gerçekleşebilir. Koltukta oturan heybetli görünümdeki bu kadının bir tanrıça olduğunu arkeologların ve sanat tarihçilerinin araştırmalarından öğreniyoruz.
Şişman, estetik görüntüden uzak; ancak bir o kadar da egemen bir duruş sergileyen bu kadın neyi simgeledi ve nereliydi? Anadolulu veya Mezopotamyalıydı, demek de zor; çünkü bu güçlü kadına ait izlere yeryüzündeki hemen hemen tüm kıtalarda rastlamak mümkündür. Hem tanrıdır, hem de tanrıça. Net bir kimliği yoktur. Her kültürde değişik bir görünümle karşımıza çıkar: Ama o ilktir, tektir, tüm çok tanrılı kültürlerin anasıdır, esin kaynağıdır. Ayrıca, ilkel rastlantıların ürünü değildir, yaşadığımız tüm çağlara adını ve dilini entegre etmiştir. Tarihçilere göre o
yalnızca bir figürdür. Anlaşılmaz nedenlerle kimliği gizlenmiş veya farkına varılamamıştır…
Figürlerde Ana Tanrıça Kibele anaç ve hamile olarak görüntülenir. Üç memesi ve göbeğinin üstünde üçgen sembolü vardır. Omuzlarında, gücü simgeleyen apoletleriyle bağdaş kurmuş çıplak bir kadın heykelidir. Cinsel organı görünmez, hamile karnı kapatır onu. Üç memesiyle toprağı, havayı ve suyu emzirir. Bu üç element hayatın sembolüdür; kısaca o doğayı, yani dünyayı doğurmuştur. Ve bu elementlerin oluşturacağı kurallar zinciri, hayatın yeni elementlerini doğuracaktır. Böylece kutsal zincir kaçınılmaz olarak tüm dinlerin yapı taşı olur.
Anadolu'da bulunan kadın heykel figürlerinin neredeyse tamamında kadın memesi bereketin ve üremenin sembolüdür. Aynı zamanda kadına biçilen diğer bir görev de güçtür. Bakmayın siz 21. yüzyılda bu eşsiz varlığın itilip kakıldığına, dövülüp yakılarak; kıskanılacak güzelliğine zarar verildiğine... Dünya kurulduğundan beri kadın, hem üremiş hem de üretmiştir. Dünyaya getirdiği bebeğini, hem doyurmuş hem de yaşamla vereceği savaşa hazırlamıştır. Onu, memesinden verdiği her damla sütle hayata bağlamıştır…
Kaynak: Sanat tarihçisi Nizami Çubuk.


 Artemis

Doğa tanrıçası... Zeus’un Leto’dan doğma kızı, Apollon’un ikiz kardeşi: Artemis. İlk bakışta yalnızca memeden oluşan bu kadın heykeline pek de anlam verilemiyor. “Acaba bunu yapan heykeltıraş zamanının meme fetişisti miydi?” sorusunu insan kendine sormadan edemiyor? Öyle değil işte, bu heykelin anlamı şu: Kadın bu dönemde yine güç, bereket, doğurganlık ve adeta yaşamın ta kendisiydi…

Efes kazılarında bulunan bu çok memeli heykel; kimine göre Kibele, kimine göre “Ra, Ma, Maya” ve daha birçok adla çağrıldı. Peki, bu heykel neyi temsil ediyor? Kadını mı, kadınlığı mı, cinselliği mi, üremeyi mi, beslemeyi mi, bereketi mi?.. Arkeologlar şişman, üç memeli Kibele’den sonraki uygarlıkta buldukları bu heykele “Artemis” diyor ve ekliyor: “Bu heykel olsa olsa Kibele’nin bir diğer uygarlıktaki uzantısı olmalı.”

Tarih kokulu topraklarıyla gizemli mitolojik öykülerin ülkesi Anadolu…

Efes Artemisi, Anadolu’nun en eski tanrıçası Kibele’nin bazı özelliklerini de almıştır. Efes’te bolluk, bereket tanrıçası olarak, çok memeli ya da testisli betimlenmesi bundandır. Gerçekte; Efes Artemisi’nin kaynağı, Anadolu’nun ana tanrıçasıdır. Başına taktığı kule tacı ve figürlerle bezenmiş çok memeli kült elbisesiyle dimdik ayakta duran Artemis heykeli, büyük olasılıkla çok eski, ilkel bir imgenin geliştirilmiş biçimi olmalıdır.

Tanrıçanın imgesi zamanla zenginleşerek; “Ana Tanrıça Artemis”in bütün niteliklerini dile getiren, yüklü ve süslü bir heykel olmuştur. Bu haliyle Artemis heykeli; hem tanrıçanın doğaya egemenliğini hem de uygarlıkların yol göstericisi olduğunu anlatmak isteyen yoğun bir simgeye sahiptir.  Söz konusu heykelde tanrıça Artemis, başının üstünde üç kattan oluşan kule biçimli bir tapınak taşır.

Bu, Artemis’in doğayı olduğu kadar, şehirleri ve tapınakları da koruduğunu gösterir. Ulu bir tanrıça olmanın karşı konulmaz gücünü yansıtmak için gözleri derin ve ciddi bir ifadeyle sonsuzluğa bakar. Bir yandan da, Ay tanrıçası olduğunu vurgulamak istercesine ensesi dolunay şeklindeki bir diskle çevrilmiş, alnına hilal yerleştirilmiştir. Boynunda bir gerdanlık, onun altında da dört kat halinde kadının, bereketin ve analığın simgesi “meme” yer alır. “Polymasti”; çok memeli diye tanımlanan heykelin meme sayısı on yediyle kırk arasında değişir. Bunlar Artemis’in bolluk ve bereket simgeleridir.
Tanrıça Artemis heykelinin değişmez, kutsal simgelerinden biri de üç sayısıdır.

Bununla Artemis’in üçlü karakteri anlatılır: Hem genç kız, hem evli kadın, hem de ana olan yanı vurgulanır. Artemis gerçekte bakiredir. Ancak Anadolu kültüründe Kibele’yle ilişkilendirildiği için doğurganlık ve analık yanı da öne çıkarılmıştır. Efes Artemisi’nin kült heykelindeki görüntüsü “Bakire Artemis” görüntüsünden farklıdır. Burada tanrıça Artemis, evrensel bir güç olarak betimlenir. Çünkü Ay’ı etkisi altında tutar, doğurgandır, arıların kraliçesi, uygarlığın koruyucusudur, gökyüzündeki ve yeryüzündeki gerçek ve gerçeküstü bütün yaratıklar onun buyruğundadır. İnsanların da, hayvanların da ecesi, bütün doğanın yöneticisidir.

Kaynak: Sanat tarihçisi Nizami Çubuk, “Ege Life.”


Türklerde Meme

Vücudumuzda taşıdığımız bu organımıza, tarihten bu yana ikincil üreme organı görevi verilmiştir. Memenin tarihte önemli bir yeri olduğunu arkeolojik kazıların yorumlarından öğreniyoruz. Tarih öncesi dönemlerde yapılan kadın figürlerinde ve heykellerde memeler vurgulanır. Hatta çocuk yapma ve annelikle özdeşleşen, tarihsel öneme sahip tanrılar bilinmektedir. Meme, çocukların beslenmesinde çok önemli role sahiptir ve aynı zamanda da ikincil cinsel karakteri temsil eder. Çoğu kültürde meme gizlenecek şekilde bir giyim tarzı benimsenirken, bazı kültürlerde tamamen açıkta bırakılır. Karakteristik yapısından dolayı, meme tüm toplumlarda farklı bakış açılarına sahiptir.

Yakut Türklerine göre, büyük tanrıçalardan biri de hayat ağacı içinde yaşayan Doğum Tanrıçası Kübey Hatun’dur. Altay Şamanları da gökten inen kut¬sal kayın ağacından sık sık bahseder. Yakut Türklerinde kutsal ağacın sahibi olarak kabul edilen tanrıça Kübey Hatun’la Gök Tanrısı Er-Toyon’un oğlu olan ilk insan Er Sogotoh yeryüzüne inerken, annesi Kübey Hatun ona bir tu¬lum hayat suyu verir ve bunu sol ko¬lunda taşımasını ister. Savaşırken Er Sogotoh’un kalbini bir ok deler; Kü¬bey Hatun’un emriyle kolundaki hayat suyundan bir damla kalbine sıçrayınca dirilir ve eskisinden dokuz kat daha kuvvetli olur…

Ağaç figürü mitlerde çoğunlukla ışık temasıyla ilişkilendirilir. Şaman dualarında ağaç, yetmiş altın yapraklı mübarek kayın olarak anılır. Kübey Hatun, yani doğum tanrıçası da bu kayın ağacının içinde yaşardı… 

Türklerin atası Şamanlar için kadın, doğurganlığın ve yaşamın devamının simgesiydi. Memeden akan ak süt, hem insana hayat verdi hem de onun kurtarıcısıydı. Bu nedenle Türk gelenek ve göreneklerinde meme, anne temasıyla işlenmiştir. Kadın da bu nedenle simgenin ötesine geçmiş; saygı duyulan ve hürmet edilen bir varlık halini almıştır. Toplumda annenin yeri ve önemi, özellikle yaşlandıkça gitgide artar. 21. yüzyıl insanı gelenek ve göreneklerden fazlasıyla uzaklaşmış olmasına karşın, anne toplumdaki yerini her zaman korumuştur.

Kaynak: Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı Eğitim Dizisi “Türk Mitolojisi I” adlı kitap. Hazırlayan Bahaddin Ögel, cilt 1, sayfa 96. 

Not: Yakut Türkleri 12. yüzyıla kadar yaşamıştır, Saka Türklerinin torunlarıdır.

Ya Tutarsa!..

Nasrettin Hoca’nın göle maya çalma fıkrasını 7’den 70’e bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin bildiğinden şüphemiz yok.  “Ne alaka?” dediğinizi tahmin ediyoruz. Ancak hoca efendi hangi akla hizmet, içi su dolu göle yoğurt çalıp bu işlemin ardından gölün yoğurt tutmasını beklemişti?.. Kıvrak zekâlı, hazırcevap Nasrettin Hoca’nın ruh sağlığında sorun mu vardı? Bu da bir fikir tabii, ancak gölün su yerine sütten oluştuğunu düşünürsek, hocamız doğru bir işlem yapmıştı göle yoğurt çalmakla…

Sütgölü, diğer bir adıyla Akgöl, Kırgız Türklerinin inanışına göre dokuz katlı göğün üçüncü katında, yaşam ağacının üzerinde yer alır ve yaşamsal unsurlar taşır. Yeryüzüne inecek olan ruhlar, bu tılsımlı gölün içinde sıralarını beklemektedir. Mitolojide yer alan isim Kübey Hatun ise meşin kırbalarla getirdiği hayat suyunu doğacak çocukların ağzına damlatır.

Eski Türklerdeki Tengircilik inancına göre ilk ruh ve ilk hayat, Sütgölü’nden alınan damlayla insanoğluna verilmiştir. Nasrettin Hoca’nın maya çaldığı göl de bir süt gölü olabilir miydi? Neden olmasın? Demek ki hocamızın ruh sağlığında sorun yoktu. Onun, “Ya tutarsa!” yanıtı göle çaldığı mayanın miktarıyla ilgiliydi. Koca göle bir kaşık maya çaldıysa, bekleyecekti tabii tutması için. Elbette bizimki bir varsayım…

Çocukluğumuzda annemizin anlattığı masalları hatırlayalım. Peri kızları sonsuz güzelliklerini abıhayat suyundan alırdı ve bu sudan içtikleri için ölümsüzdü... Yine aynı masalda kralın kızını iki başlı dev kaçırmıştı. Devin yaşadığı yerse Kafdağı’nın ardındaydı.

Rivayete göre; Sütgölü bu dağın üstünde oluşmuştu. Kralın dünyalar güzeli kızını kurtarmak isteyen çoban, Kafdağı’ndaki gölün sütünden içtikten sonra, hem ölümsüzleşti hem de inanılmaz derecede yakışıklıydı artık. Bu sırada kurtardığı prenses de ona âşık oldu. Ve mutlu son!.. İnanışa göre Sütgölü, yani Akgöl, Akülke’nin yakınlarında bulunur. Akülke aynı zamanda cenneti temsil eder. Bundandır belki de, Erik Erikson’un anne kucağını cennete benzetmesi.

Kaynak: Saadettin Koç. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim elemanı doktora tezi, (Gökalp,197-71).  
Not: Sütgölü, Türk, Altay ve Moğol mitolojisinde “yaşam havuzu.” Sütgöl (Sütköl, Sötköl) olarak da söylenir. Akgöl (Akköl veya Ağkül) sözcüğü de niteleyici veya eşanlamlı olarak kullanılır. Moğollar Hünnür (Hünnevür) olarak bilirler. Sütgölü kaynak: wikipedi.


Mısırlılar da tanrıçalardan beslenip güç bulmuştu…



Medeniyetin ilk filizlendiği yerlerden biridir Mısır. İlklerin yaşandığı ve tüm dünyada bilime ilk ışık tutan medeniyettir belki de. Tarih öncesi çağlardan beri Mısır; matematikte, fizikte, mimaride, astroloji ve tıpta, tarihte adından çokça söz ettiren uygarlığa sahiptir. Yunan medeniyetinin Mısır’dan etkilendiği sıkça tarihçiler tarafından söylenir.

Mısır, eski Yunan’dan asırlar önce çok tanrıcılığa inanır. Her konuda bir tanrısı vardır Mısır’ın: Su tanrısı, ağaç tanrısı, gök, yer, kavşak… Hemen hemen yanıtını veremedikleri, bilemedikleri her olayı ve nesneyi oluşturan bir tanrı veya tanrıçaları bulunur. Gelelim bizim konumuza… Tabii ki süt tanrıçaları da vardı. İki ana tanrıça, “İsis” ve “Hather.”



Hather

Mısır’ın en eski tanrılarından olan bir gökyüzü tanrıçasıdır Hather. Çeşitli inanışlarda; ya gök tanrı Horus’un karısı, ya da Ra’nın annesi olarak geçer. Yunanlılarsa bu tanrıçayı “Afrodit”le özdeşleştirmiştir.

Hather genellikle inek, ya da boynuzlu ve inek kulaklı bir kadın olarak gösterilir. Mitte de inek, Hather’in kutsal hayvanı olarak belirtilir.
Hather, Ana Tanrıça’nın ve kadınlığın özelliklerini taşır: Hem kadınların koruyucusu, gözeticisi, hem de onların bakımlarından sorumlu bir tanrıçadır. Ayrıca aşk, müzik, şarkı, dans ve şenliklerle ilişkilendirilir. Memelerinden akan süt aynı zamanda Mısır’ın yöneticilerine kuvvet vermiştir. Bu durum sütün tanrısal bir güce sahip olduğunu da gösterir. Verdiği hayat suyu insanlığa, hem güç verir hem de yaşam…

Hather bu özellikleriyle bize Afrodit’ten çok Hera’yı anımsatır. Homeros’un, “İnek kollu,” dediği, ineğin kendisi için kutsal kabul edildiği Hera, aynı zamanda inek kılığına girmiş Lo’nun da peşindedir. Bu öyküler bize, Mısır’dan gelen bir inek kültünün de son kalıntılarını anlatır. Kim bilir belki de Tevrat’ta Musa’ya karşı Altın Buzağı’ya tapanlar gibi, bu kült de bilinçdışında bir yerlerde yaşamaktadır.

İnanışa göre Hather; hem hayat veren hem de alandır. Bu bağlamda, Ana Tanrıça özelliği de taşır. Ekinlerin yetişmesi ona bağlıdır. Hather ayrıca, Batı’nın kraliçesi olarak öbür dünyaya giden ölülere yardımcı olur, yeni ölenlerin ihtiyaçlarını karşılar ve aynı zamanda Thebai nekropolünü de korurdu. Tıpkı yaşama ve ölüme hükmeden, her an sesini duyduğumuz Anadolu Ana Tanrıçası Kibele gibi...


Mısır’ın süt tanrıçaları İsis ve Hather, hem koruyan kollayan hem de doyurandır...

Aslında Mısırlılar, Hather’e pek çok özellik yüklemişti. O, hem ay hem gökyüzü hem de güneşe hükmederdi. Hem doğu hem batı ufukları onunla ilişkilendirilmişti. Bereketi ve hayatın devamlılığını ona atfetmişlerdi. Çünkü memelerinden akan süt Nil Nehri aracılığıyla topraklara verimlilik getirmişti: Hem koruyan kollayan hem de doyurandı. Tüm Mısır’ın süt kaynağıydı bu tanrıça. 

İsis ve Hather... Geçmiş zamanlardan gelen iki tanrıça. Her ikisi de Ana  Tanrıça’nın özelliklerini taşırdı; Kibele gibi yaşama ve ölüme hükmederdi. Bu toprağın yaratıcı gücünü; bolluk ve bereket katan güzel yüzünü yansıtan her ikisi de, Ana Tanrıça gibi bilinç dışılığın koridorlarında bizleri beklemekte… 

Kaynak:
http://gulayozmen.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder